• “Kızım Saadetin saadeti uzun sürmedi...” - Hocalı tanığı Melek Abbasova

-Melek anne, Hocalı’da durum nasıl oldu da değişti, hatırlıyor musun?

-Öncelikle yollarımızı kapattılar, kızım. Oto yolları üzerine karakollar kuran Ermeniler yoldaki bütün hareketleri kontröl ediyorlardı. Ellerinde silah ve değnekler vardı. Bir kişi dahi yaklaşsa onlara, oracıkta vururlardı. Bizim yaşadığımız yerse Ağdam, Hankenti, Askeran yolunun tam üzeindeydi. Yollar böyle kapatıldıktan sonar durum da baya zorlaşıştı. Bize unu, ekmeği, çayı da helikopterle getirmek zorunda kalıyorlardı. Hatta son zamanlarda un dahi alamıyorduk. Ekmek fabrıkasında bir kese unu hamur haline getirip, küçük somunlar şeklinde, aileler arasında bölüştürürlerdi.

-Hocalıyı hangi gün terkettiniz?

-Çocuklarım, kızım helikopterle Hocalıdan çıkartılmıştı. Helikopterde çok kişi olduğundan torunum Mehebbeti annesine veremedim. Kızım Saadet de ailesi ve eşi ile birlikte evlerinde kaldılar. Şubatın 25’i akşam komşu köyden un almaya gittim. Çünkü ekmeğimiz tükenmişti. Ekmek pişirdim. Aniden bir ses geldi. Zırhlı araçların sesinden kulaklarımız sağır oluyor, ev sallanıyordu. Torunum daha altı aylıktı ve birden ağlamaya başladı. Onu kucağıma alıp eşimle koşarak evden çıktık. Yolda birçok insan vardı. Gargar nehrine yaklaştık, su çok olsa da, güçle geçip ormanın içine ilerledik. Her taraftan kurşunlar üstümüze yağıyordu. Yanımda birileri aniden düşüp ölüyorlardı. Orman cesetlerle doluydu. Anneler çocuklarının cesedini oradaca bırakıp koşmaya mecbur kalıyorlardı. Ormanda pusuda duran silahlı Ermeniler, halk nereye toplansa, oraya doğru ateş ediyorlardı. Aniden birkaç silahlı bizimkileri kuşattı.

Çok korkuyorduk. Ermeniler makinalı tüfeğin dipçiğiyle insanlara vuruyor onları tehdit ediyorlardı. Çoğu kadın ve çocuk olan rehinelerden altın talep ediyor, üstümüzde hiçbir şey bulamayınca da, ellerini atıp kadınların kulaklarından küpelerini zorla çekip çıkarıyorlardı. Sonra bizi götürüp bir kapalı yere attılar. Orda kocamla karşılaştım. O, başkaları ile giderken rehin düşmüştü, diğer komşular da vardı. Öğrendik ki, bizden bir gün önce rehin tuttukları delikanlıları dışarı çıkarıp kurşuna dizmişlerdi. İçerideyse çocuklar, geceye kadar “baba” deyip bağırıyorlardı. Ermeniler içeri giriyor, erkeklere hakaret edip dövüyorlardı.

Torunum açlıktan bir hallere düşmüştü. Sonra diğer erkekler gibi kocamı da zorla bir KAMAZ-a bindirip götürdüler. Onları Hankenti’nde çok uygunsuz ortamlarda, cezaevlerinde ağır işkencelere tabi tuttular. Rehin olmaktan kurtulduktan sonra ağzında bir tane de dişi kalmamıştı. Öyle bir haldeydi ki, yaşayacağına inanmıyorduk.

-Kızınızın ölüm haberini nasıl aldınız?

-Bana kızımın ölüm haberini vermeye korkuyorlarmış, bekliyorlarmış ki, bu rehin hayattan kurtulayım. Sonra beni kandırdılar, dediler ki, başka yas yeri var, oraya gitmeliyiz. Ben ise ancak kızımı görmek istediğimi söylediğimde bana, “merak etme, kızın iyidir” diyorlardı. Sonra ön tarafına siyah band bağlanmış büyük bir otobüse bindik. Otobüsü görünce içimi bir korku kapladı, kendimi tutamayıp ağlamaya başladım.

Artık kızımın hayatta olmadığını anladım. Her şey ortadaydı, ama inanamıyordum: “Saadet öldü mü”?

Nihayet, herşey belli oldu. Onun mezarının üzerine uzanıp ellerimle toprağı kazmağa başladım. “Saadetimi bana verin” deyip ağlıyordum. 19 yaşındaki kızımın günahı neydi, kime ne yapmıştı? Daha yeni aile kurmuştu, anne olmaya hazırlanıyordu. Ne d9yeyim, ne?!. Bilmiyorum ki…

Aradan 20 yıl geçti, ama masum yavrumun ölümü hâlâ yüreğimde sağalmaz yara olarak duruyor... Kızımın evin duvarına astığım resmine baktığımda teselli buluyorum. Öyle sanıyorum ki, o da bizimle beraber yaşıyor. Bir dakika bile olsa aklımdan çıkmıyor, bir dakika bile… Ancak Şubatın 25’i Hocalı soykırımının yıldönümü geldiğinde o güne tanık olduğum olayları yeniden yaşıyorum. Ermenilerin yaptıkları bu vahşet her Hocalı ailesine acı günler, sarsıntılar salmış ve bu halen de devam ediyor…

Cesetleri toplayıp yaktılar…

Aracı Hankentine giden yolda – Hocalı’da durdurdular. Üzerimizdeki çadırı açtılar. Benzin istasyonunun yanındaydık. Silahlı Ermeniler çevrede Azerbaycanlıların cesetlerini üst üste toplayıp, üzerine benzin döküp yakıyorlardı. Hepimiz şoktaydık.

Bu anları görmemek için Allah’a yalvarıyordum ki, bana rahat bir ölüm nasip etsin, rahat bir ölüm...”


Yazar Efsane Bayramkızı/Karabakh.Today