• "Kendi ellerimle yavrumu boğdum" - Hocalı tanıkları anlatıyor

Ayaklarını don vurmuş, gözleri ile yavrusunun faciasına tanık olmuş Hocalılı 57 yaşlı Gulalı Mehreliyev gözyaşlarında boğularak konuşuyor: "Kızımla beraber altı gün aç-susuz meşakkatler çektik. Gece ormanın korkunç sessizliği, iliklerimize kadar işleyen ayaz, her an beklenen Ermeni saldırısı zavallı kızımı yerlere düşürdü. Zavallı yavrum dayanamadı, vefat etti kızım. Dehşetten donakalmıştım yerimde, öylece kızımın cesedinin yanında oturdum. Mutsuz kızıma bakıp acı gözyaşı döküyordüm. Yavrumun yirmi yaşı vardı daha. 12 bin ruble verip çeyiz almış, sekiz ay önce ona düğün yapmıştık. Şimdi zavallı yavrum halsiz, hareketsiz toprağa yığılıp kalmıştı... Ermenilerin sesi geldiğinde kaçıp bir ağacın arkasında saklandım... Sonra binbir güçlükle Ağdam`a gelip çıktım. Ama kızımın cesedinden bir haber alamadım  yananigaranam..."

Kendi öz yavrusunu öldüren anneyi tanıyor musunuz? Böyle ağır bir suçu işlemeye zorlanan o mutsuz anne kimdir? Anne neden kendi öz yavrusunu öldürmek zorunda kalmıştı? Dehşetli hareketinden aşırı derecede utanıp mahcup olan, aynı zamanda Allah'ın mucizesi sayesinde yeniden “öldürdüğü” yavrusuna kavuştuğu için kendisini mutlu sayan Müşkünaz Ahmedova acı, tatlı anılarını anlatıyor bize: "Evet, kendi ellerimle işte bu beşikte yatan kızımı boğmuştum. Başka yolum yoktu çünkü. Ne kadar ağır, sıkıntılı olsa da, ben bu adımı attım ve iki yaşındaki kızımı boğdum. Herkesi ve kendimi pislik Ermenilerin eline vermemek için...Zira, o, hep ağlıyor, bağırıyor, bir türlü sakinleşmek bilmiyordu. Düşündüm ki, böyle devam ederse, Ermeniler gelip sığındığımız yeri bulacaklar. Zavallı çocukta ne günah vardı ki? O denli soğukta, ayazda aç susuz çocuk nasıl sakin durabilirdi? Evden öyle durumda çıkmıştık ki, hiçbir şey alamamıştık. Yanımızda ikiyüz kadar insan vardı. Çoğu da yalınayak, yarıçıplak. Yemeğe de hiçbir şey yoktu, açlıktan ve susuzluktan hepimiz kar yiyoruik. Küçük çocukların çoğusu soğuğa dayanamayıp ölmüştü. Sağ kalmış çocuklarsa ağlıyorlardı. Üç gün kaldık ormanda... Üçüncü günde de kızım durmadan bağırarak ağlıyordu... Gördüm adamlar çocuğun bu tür bağırıp ağlamasından rahatsız oluyorlar. Daha fazla dayanamadım. İçimden lanet okuyarak kendi ellerimle çocuğumu boğdum. Bebeğim biraz çırpınıp durdu. Artık ölmüştü kızım. Sesi kesilmişti mutsuz yavrumun. Canımı, ciğerimi bağrıma basıp ağlıyordum. Bu denli suç yüzünden kendimi affedecek miydim acaba? Hayır, asla, hiçbir zaman, hiçbir zaman kendimi afetmeyecektim... Dehraz köyüne doğru yürümeğe başladık. Çocuğun cesedini de kendimle aldım ki, bir yerde gömerim. Dehraz`ın yanında Ermeniler bizi tuttular ve götürüp bir ahıra attılar. Çocuğun cesedini yanıma koyup oturuyordum öylece soğuk toprağın üzerinde. Garip bir korku içinde zaman zaman çocuğumun ölüsüne bakıyordum. Pişmandım. İşte bu acı düşünceler içinde üzüldüğüm bir sırada ansızın küçük Salatın`ım kıpırdadı. Hayretden donakalmıştım. Inanamıyordum, o hareket eden, ölüp te dirilen Salatındı. Hemen yavrumu tuz misali yalamağa başladım…"


Yazar Karabakh.Today